Leylek
Dün öğlen evden çıkmaya karar verdim.
Dışarıda beni Leylek bekliyordu.
"Nerede kaldın?" dedi.
"İşte buradayım!" dedim.
"Geç kaldın."
"Beni beklediğini bilmiyordum," dedim.
"Tabii ki de bilmiyordun, dışarı hiç çıkmadın."
"Ama şimdi buradayım, yetmez mi?" dedim.
Leylek gülümsedi. "Evet," dedi.
Yürümeye başladım.
Aslında tam zamanındasın.
"Ne!" dedim.
"Önceden çıkamazdın.
Tam vaktinde geldin," dedi.
"Camımı tıklayabilirdin."
Leylek gülümsedi. "Evet, tıklayabilirdim" dedi.
"Neden tıklamadın?"
Leylek sağa sola bakmaya başladı.
Boğazını temizledi.
"Özür dilerim," dedi.
"Tembeldim."
Leylek gözleriyle beni izledi.
"Neden duruyorsun?" dedi.
"Yürüyorum, görmüyor musun?" dedim.
Ayaklarıma bakmak için kafamı indirdim,
ama yukarı bakınca Leylek yoktu.
Göğe baktım.
Leylek kanatlanmıştı, çok yükselmişti.
Güneş gözüme battı, Leylek kayboldu.
Eve geri dönmek istedim, ama odamın kapısında Leyleği buldum.
"Nereye gidiyorsun?" dedi.
"Vakitlisin," dedi.
"Önceden çıkamazdın," dedi.
"Hatta biraz erkencisin."
Leyleğin omuzundan odamın ucuna baktım,
Camımdan bir ses geliyordu.
Bir tıkırtı, kuş ağzının cama temas etmesi.
Leyleğe baktım,
O da bana baktı.
"İçeri geç," dedi.
"Hala vaktin var.
Tam zamanındasın.
Hatta biraz erkencisin."
"Ama şimdi zamanında isem, içeri geçince geç kalmaz mıyım?" dedim.
"Hayır," dedi.
"Zaten geç kaldın."
"Ne? Ne bu!" dedim.
"Benimle burada konuşurken zamanı fark etmedin," dedi.
"Zamanı fark etmedim."
Leyleğe baktım,
O da bana baktı.
Göğsümdeki bir kutuya işaret etti.
İşaret parmağını gagasına götürdü.
İçeri girince dışarı çıktım,
Havalanınca düşmeyi seçtim,
Çünkü gördüm,
Yer üzerindeki pembeliğe dokundum.